COVID-19’un beklenmedik bir hızla kısa bir süre içerisinde neredeyse tüm dünya geneline yayılması neticesinde, aralarında ülkemizin de bulunduğu dünyanın birçok ülkesinde, geçici bir süre de olsa kimi işyerlerinin zorunlu kimi işyerlerinin ise gönüllü olarak kapatılması, sınır kapılarının kapatılması ve ulaşımın kısıtlanması gibi tedbirler uygulanmaya başlanmıştır. Gerek salgın gerekse de bu bağlamda alınan tedbirler çeşitli açılardan birçok sektör ve ticari ilişkiyi derinden etkilemiş ve etkilemeye devam etmektedir. Bu sürecin uzunluğu konusunda henüz hiçbir ülkede kesin bir öngörü ortaya konulmamıştır.

İşbu gelişmeler tacirlerin kimi yükümlülüklerinin askıya alınmasını da gündeme getirmiştir. Bu kapsamda ele alınması gereken bir husus da salgının tacirlerin markalarını kullanım yükümlülüğü üzerine etkisidir.

6769 Sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (“SMK”) tescilli markanın, haklı bir sebep olmadan tescilinden itibaren beş yıl süre ile ülkemizde ciddi biçimde kullanılmaması ya da kullanımına beş yıl kesintisiz ara verilmesi durumunda, ilgililerin talebi üzerine iptaline karar verileceğini düzenlemektedir.

SMK kapsamında nelerin haklı neden olduğu düzenlenmemekle beraber, ülkemizin de taraf olduğu Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Sözleşmesi’nin (“TRIPs Sözleşmesi”) 19. maddesi kapsamında, haklı neden kavramı “Markanın sahibinin iradesi dışından gelişen ve kullanılamamasına neden olan olaylar” olarak tanımlanmıştır. İlgili maddede ithalat sınırlamaları ya da benzeri kimi yasal veya bürokratik engeller haklı sebep olarak örneklendirilmiştir.

TRIPs Sözleşmesi’nin bahsi geçen maddesi ışığında “haklı neden” kavramına hukukumuzda her somut olay bazında Yargıtay’ın yerleşik içtihatları yön vermektedir. Yasal engeller ve bürokratik engeller dahil, Yargıtay her somut olayı değerlendirirken, engeli marka sahibinin kendisinin iradesiyle aşıp aşamayacağını ve engelin kullanmama ile doğrudan bir ilişkisi olup olmadığını değerlendirmektedir.

Yargıtay’ın içtihatları uyarınca, şirketlerin tasfiye haline gelmesi veya iflas kararı vermesi, ruhsat başvurusu yapılan ilacın markasının henüz ruhsat alamaması sebebiyle piyasaya çıkmamış olması, kamulaştırma, markanın haczi ve konkordato ilanı gibi gerekçeleri haklı neden olarak değerlendirmemiştir. Aksine Yargıtay 09 Nisan 2001 tarihli bir kararında “şirket malvarlığına dahil olan markayı, şirketin bizzat kullanması mümkün olmasa dahi, üçüncü kişilere kullandırabilmesi mümkün iken” demek suretiyle bu yola başvurmamış olmasının dahi haklı bir neden olmayacağını kabul etmiştir.

Dünya Sağlık Örgütü, COVID-19 salgınına yol açan SARS-CoV-2’yi “kendine has özellikleri olan emsalsiz bir virüs” olarak tanımlamaktadır. Bu çapta kaydedilen en büyük son global salgın ise 1918’deki İspanyol Gribi’dir. Dolaysıyla her ne kadar öğretide salgınların haklı bir neden teşkil edebileceği öngörülmekte ise de bu konuda ülkemizde emsal teşkil edecek bir Yargıtay kararı bulunmamaktadır.

Yargıtay’ın yerleşik içtihatları uyarınca zorunlu olarak ülke genelinde geçici olarak kapatılan ve durdurulan sektörlerde bu süreç içerisinde COVID-19 salgınının  haklı bir neden olarak ileri sürülmesi mümkün görülmekle beraber, bu tedbirlerin ülkenin bir bölgesi ile sınırlı olması halinde ya da idari bir yasaklama olmamasına rağmen marka sahiplerinin faaliyetlerini gönüllü olarak işçi ve halk sağlığını düşünerek faaliyetlerine ara vermesi hâlinde geçerli bir nedenin varlığından bahsedilebilmesi hususu tartışmalı görünmektedir.

Sonuç olarak, ileride tartışılması muhtemel COVID-19 salgınının haklı bir neden olarak kabul edilip edilemeyeceği hususunda son noktayı Yargıtay kararları ortaya koyacaktır.