Yargıtay Hukuk Dairesi davacının dava konusu ticaret unvanının davalı tarafından gerçekleştirilen kullanımlarının, marka hakkına tecavüzün durdurulması ve maddi zararın tazmini talepleri ile açtığı dava hakkında Yerel Mahkeme’nin uzun süre sessiz kalınması nedeniyle hak kaybı yaşandığı gerekçesiyle vermiş olduğu ret kararını bozmuştur. Yerel Mahkeme’nin Hukuk Dairesi kararına karşı direnmesi neticesinde uyuşmazlık Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda çözümlenmiştir.

Somut olayda davacı, davalının ticaret unvanı kullanımlarının davacının markasından doğan haklarına tecavüz ettiğini ileri sürerek bu tecavüzün durdurulmasını ve maddi zararın tazminini talep etmiştir. Öte yandan davacının iddialarına dayanak gösterdiği marka, davanın açılması sonrasında üçüncü bir şirkete devredilmiş ve bu husus da davacı tarafça ayrıca Mahkemeye bildirilmiştir.

Davalı ticaret unvanı olarak kullandığı söz konusu ibareye yıllardır yatırım yaptığını ve kendisi tarafından kullanılmakta olan tanıtım işaretlerinin davacının kullandığı tanıtım işaretleri ile karıştırılabilecek derecede benzer bulunmadığını belirterek davanın reddini talep etmiştir.

Yerel Mahkeme davalının söz konusu ibareyi ticaret unvanının kullanım sınırlar içerisinde kalmayacak biçimde marka olarak kullandığını kabul etmiştir. Ayrıca, davalının tescilsiz markasal kullanımına karşı makul süre içerisinde harekete geçmesi gerektiği, ancak aksi şekilde davacının uzun süre sessiz kalması sonucunda dürüstlük kuralının ihlali nedeniyle davalının korunmaya değer bir hukuki durum kazanmış olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Davacı söz konusu kararı temyiz etmiştir.

Her ne kadar Yargıtay ilgili kararın bozulmasına hükmetmiş ise de Yerel Mahkeme bozulan karara direnmiş ve davacı Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na başvurmuştur. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, öncelikle dava konusunu devralan şirketin davacı yerine geçtiğine ve hukuk Muhakemeleri kanunu’nun 125. Maddesinin uygulama alanı bulacağına karar vermiş ve Yargıtay Hukuk Dairesi’nin bozma kararına paralel olarak;

  • Tescilli markaların hükümsüzlüğü için açılan davalarda beş yıllık hak düşürücü süre uygulanmakta yani daha sıkı koruma sağlayan tescilli markaların hükümsüzlüğü bakımından beş yıllık hak düşürücü süre öngörülmekte iken tescilsiz marka bakımından beş yıldan daha az bir sürenin davacı yönünden sessiz kalma yoluyla hak kaybı teşkil etmeyeceği,
  • Davacının davalı tarafça yapılan marka tescil başvurularına da itiraz etmiş olduğu dikkate alınarak davacının davalı kullanımına karşı sessiz kaldığının kabulünün mümkün olmadığı,

Gerekçesi ile direnme kararını bozmuştur.

(Yarg. HGK.18.02.2015, 2013/11-1358 E. 2015/820 K)