Fikri mülkiyet hakları, günümüz bilgi ve teknoloji odaklı ekonomilerinde şirketlerin en kritik varlıkları arasında yer almaktadır. Bir birleşme-devralma sürecinde bu hakların hukuki durumu, işlemin geleceğini doğrudan etkileyebilir. Bu nedenle due diligence sürecinde markalar, patentler, tasarımlar, telif hakları ve ticari sırlar gibi fikri mülkiyet unsurlarının dikkatle incelenmesi büyük önem taşır. Özellikle de yazılım şirketleri veya film yapım şirketleri gibi fikri mülkiyet varlıklarının şirketin en değerli varlıklarından olduğu senaryolarda fikri mülkiyet haklarına ilişkin değerlendirmenin yüzeysel bir şekilde gerçekleştirilmesi anlaşma bakımından istenmeyen sonuçlar doğurabilecektir.  

Ancak fikri mülkiyet haklarına ilişkin değerlendirme, yalnızca teknik bir kontrol listesi üzerinden ilerlemek yerine; hedef şirketin iş modeli ve sektör dinamikleri göz önünde bulundurularak, işlemdeki stratejik hedeflerle uyumlu şekilde yürütülmelidir. Hedef şirketin fikri mülkiyet portföyünü ne ölçüde sistemli yönettiği, belgelerin eksiksiz ve tutarlı biçimde arşivlenip arşivlenmediği, haklara ilişkin stratejik kararların kurumsal hafızaya işlenip işlenmediği bu bağlamda önem kazanır. Ayrıca fikri mülkiyet haklarının şirketin genel iş stratejisine entegre edilmiş olması, bu varlıkların yalnızca korunmakla kalmayıp, aynı zamanda gelir yaratma ve rekabet avantajı sağlama amacıyla da etkin şekilde kullanıldığını gösterir. Bu nedenle, yalnızca sahip olunan hakların değil, bu hakların şirket içinde nasıl yönetildiğinin ve kurumsal yapıya ne ölçüde entegre edildiğinin de titizlikle incelenmesi gerekir.

Bununla birlikte due diligence sürecinde fikri mülkiyet haklarına ilişkin değerlendirmenin kapsamının her hedef şirket için farklılık göstereceğini söylemek mümkündür. Şirketin faaliyet alanı, işlemdeki stratejik hedefler ve fikri mülkiyet varlıklarının bu yapı içindeki yeri göz önünde bulundurularak esnek ve odaklı bir inceleme planı oluşturulmalıdır. Örneğin, teknoloji temelli bir girişimde patentlerin derinlemesine incelenmesi gerekirken, tüketici odaklı markalarda asıl değer ticari markaların korunmasında ve tescil stratejisinde olabilir. Dolayısıyla fikri mülkiyet varlıklarının şirketin uzun vadeli yönelimi ve gelir modeliyle nasıl örtüştüğü, sürecin ilk aşamalarında değerlendirilmelidir.

Bu bağlamda, en temel adım, hedef şirketin sahip olduğu fikri mülkiyet haklarının gerçekten kimin mülkiyetinde olduğunu belirlemektir. Lisans, devir veya ortaklık ilişkileri ile bu hakların başka taraflara geçip geçmediği kontrol edilmelidir. Hatalı tesciller, eksik devir belgeleri veya çalışanın yarattığı hakların şirkete devredilmemesi gibi durumlar, ileride ciddi hukuki ve ticari riskler doğurabilir.

Yazılım çözümleri gibi, fikri mülkiyetin teknolojiyle iç içe geçtiği alanlarda mülkiyetin kime ait olduğunun net şekilde ortaya konması daha da kritik hale gelir. Bu tür durumlarda, yalnızca tescilli haklar değil, yazılıma entegre edilen dış kaynaklı bileşenlerin durumu incelenmelidir. Örneğin, yazılım çözümlerinde kullanılan açık kaynak kod bileşenleri önemli fikri mülkiyet riskleri doğurabilir. Hedef şirketin hangi açık kaynak bileşenleri kullandığı ve bunlara ilişkin lisans koşullarına uyup uymadığı dikkatle incelenmelidir. Bazı açık kaynak lisansları, yazılımla birlikte kaynak kodun da paylaşılmasını veya yazılımın tamamının açık kaynak lisansına tabi olmasını gerektirebilir. Bu durum, hedef şirketin kendi geliştirdiği yazılımın da açık hale gelmesine neden olabilir. Ayrıca hedef şirket tarafından açık kaynak lisansı yükümlülüklerine uyulmamışsa, ilgili açık kaynak geliştiricileri telif hakkı ihlali iddiasında bulunabilir. Bu tür risklerin tespit edilmesi durumunda gerekli güvenceler ve tazminat mekanizmaları öngörülmelidir.

Benzer şekilde, serbest çalışan yazılımcılarla yapılan geliştirme çalışmalarında da yazılıma ilişkin telif haklarının kimde olduğunun belirlenmesi büyük önem taşımaktadır. Serbest çalışanlar ile yazılımlar üzerindeki fikri mülkiyet haklarının şirkete devrini açıkça düzenleyen bir sözleşme yapılmamışsa, geliştirilen kodların mülkiyeti bu kişilere ait olmaya devam edebilir. Böyle bir durumda, hedef şirketin yazılımı kullanması veya satışa sunması yazılımcı tarafından engellenebilir veya şirket tazminat talepleriyle karşılaşabilir. Bu tür sorunların önüne geçmek için, geçmişte çalışılan tüm serbest çalışanlarla açık ve yazılı hak devri sözleşmelerinin yapılmış olması büyük önem taşır.

Mülkiyetin yanı sıra, fikri mülkiyet haklarının şirkete ne tür gelir kaynakları sağladığı da değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muhtemel marka lisans sözleşmeleri, fikri mülkiyet temelli iş modelleri veya patentlerden doğan lisanslama gelirlerinin olup olmadığı incelenmelidir. Bununla birlikte, henüz ticarileştirilmemiş fikri mülkiyet varlıklarının ileride gelir üretme potansiyeli olup olmadığı da göz önünde bulundurulmalıdır. Özellikle portföyde küçük görünen ya da ikincil öneme sahip hakların, stratejik olarak kritik süreçleri koruduğu veya şirket tarafından yeterince değerlendirilememiş bir potansiyele sahip olduğu da tespit edilebilir. Böyle bir durumda özellikle de hedef şirket adına yapılacak bir değerlendirmede fiyatın belirlenmesi açısından büyük bir artı değer keşfedilmiş olacaktır.

Her ne kadar fikri mülkiyet portföyünün çok geniş olması due diligence sürecini yöneten avukatlar bakımından ilk bakışta korkutucu görünse de sayısal fazlalık çoğu zaman yanıltıcı olabilir. Önemli olan, bu portföyde yer alan fikri mülkiyet haklarından hangilerinin temel ürün ve hizmetlerle doğrudan ilişkili olduğunun tespitidir. Bu nedenle inceleme süreci, sadece niceliksel değil, niteliksel bir önceliklendirme yaklaşımıyla yürütülmelidir.

Patentlerin altında yatan know-how ve ticari sırların yönetimi de genellikle göz ardı edilir; ancak bu unsurlar, şirketin teknolojik rekabetçiliğinin temel dayanağını oluşturabilir. Bu nedenle yalnızca tescilli haklara değil, şirket içi bilgi varlıklarının korunma düzeyine de odaklanılmalıdır.

Risk yönetimi açısından da benzer bir yaklaşım benimsenmeli ve due diligence süreci yalnızca tüm riskleri tespit etmeye değil, aynı zamanda bu risklerin önem derecesini tespit etmeye de odaklanmalıdır. Her risk başlığı detaylı bir analiz gerektirmemekte olsa da üçüncü taraflara ait olabilecek ihlal iddiaları ya da temel ürünlere dair eksik korumalar erken aşamada belirlenmelidir.

Hedef şirkete yöneltilmiş bir fikri mülkiyet hakkı ihlali iddiası söz konusuysa, hedef şirketin müzakere sürecinde söz konusu ihlal iddiasının somut bir temele dayanıp dayanmadığını açıklığa kavuşturması gerekir. Ancak bu tür iddiaların doğrulanması veya yanlışlanması yalnızca hedef şirketin beyanlarına değil; söz konusu fikri mülkiyet hakkının kapsamına ilişkin teknik ve hukuki bir analiz ile bu savunmaların ikna ediciliğine dair bağımsız bir değerlendirmeye dayanmalıdır. İhlal iddiasının haklı bulunma ihtimali az da olsa mevcutsa ve doğabilecek maliyetler yüksekse, bu durum işlemin yeniden değerlendirilmesini gerektirebilir. Alıcı şirketin yine de süreci ilerletmek istemesi hâlinde, bu riskle bağlantılı olarak tazminat yükümlülükleri, fiyat düzeltmeleri, teminat mekanizmaları veya belirli bir tutarın belirli bir süre için alıkonması (holdback) gibi sözleşmesel korumalar sağlanmalıdır. Bu riskin yüksekliği ve netliği durumunda, satın alma bedelinde kayda değer bir indirim de müzakere edilebilir.

Bununla birlikte, terk edilmiş ya da süresi dolmuş fikri mülkiyet haklarının varlığı da mutlaka incelenmelidir. Bu hakların kasıtlı olarak mı terk edildiği, yoksa ihmal mi söz konusu olduğu, şirketin stratejik yaklaşımı hakkında önemli sinyaller verebilir.

Bazı durumlarda ise fikri mülkiyet kaynaklı riskler, işlemin tamamını geçersiz kılabilecek nitelikte olabilir. Hedef şirketin faaliyet özgürlüğünü çok fazla sınırlayan rakip patentleri ya da hedef şirketin sunduğu ürün ve hizmetleri yeterince koruyamayan fikri mülkiyet yapısı, işlemin sürdürülmesini anlamsız hale getirebilir.

Öte yandan, günümüzde yapay zekâ teknolojilerinin fikri mülkiyete ilişkin inceleme süreçlerinde sunduğu imkânlar giderek artmaktadır. Özellikle patent portföylerinin analizi, önceden yayımlanmış patentlerin karşılaştırılması (prior art taraması), sahiplik kayıtlarının incelenmesi ve koruma kapsamındaki boşlukların tespiti gibi işlemler artık çok daha hızlı ve etkili bir şekilde yapılabilmektedir. Bu sayede klasik yöntemlerle günler sürebilecek değerlendirmeler, birkaç saat içinde tamamlanarak daha verimli karar alma süreçleri desteklenmektedir.

Sonuç olarak, fikri mülkiyet due diligence süreci yalnızca hukuki uygunluk denetimi değil, aynı zamanda hedef şirketin fikri mülkiyet sermayesini anlama, stratejik değerini ölçme ve geleceğe dair riskleri yönetme aracıdır. Bu sürecin başarısı, yalnızca belgelerin incelenmesine değil, fikri mülkiyet haklarının şirketin iş modeliyle ne ölçüde örtüştüğünün doğru şekilde değerlendirilmesine bağlıdır. Yapay zekâ destekli analiz araçları da bu sürecin hem derinliğini hem de hızını artırarak, potansiyel risk ve fırsatların daha isabetli bir şekilde ortaya konmasına katkı sağlamaktadır.