Günümüzün hızla değişen iş dünyasında, kâr amacı artık kurumsal stratejilerin tek itici gücü olmaktan çıkmıştır. Şirketler, karar alma süreçlerine giderek artan şekilde Çevresel, Sosyal ve Yönetişim (“ESG” veya “ÇSY”) ilkelerini dâhil ederek yeni bir yön arayışına girmektedir.
Modern iş anlayışı, çevresel duyarlılık, sosyal sorumluluk ve etkin yönetişim yapılarının şirketler üzerindeki güçlü etkisini ortaya koymaktadır. Bir dönem, işin yan unsuru gibi görülen ESG faktörleri, artık uzun vadeli başarının temel belirleyici faktörlerinden biri hâline gelmiştir. Çevresel risklerin azaltılması, iş gücünde kapsayıcılığın artırılması ve yönetim kurullarının güçlendirilmesi gibi alanlarda ESG uygulamaları hem şirketlerin itibarını korumakta hem de yeni büyüme yollarında önemli rol oynamaktadır. Yasa koyucunun ve düzenleyici denetleyici kurumların sürdürülebilirlik raporlamasına ilişkin yükümlülükleri sıkılaştırması ve paydaş beklentilerinin değişmesiyle, hukuk dünyası da bu dönüşümün merkezinde yerini almıştır.
ESG faktörleri artık birleşme ve devralma (“M&A”) işlemlerinde de esaslı bir unsur hâline gelmiştir. Aşağıda, ESG kaygılarının ve uygulamalarının M&A süreçlerindeki gelişimini, Türkiye’deki hukukî sonuçlarını ve geleceğe dönük uygulamaları ele alacağız.
1. TÜRKİYE’DE ESG’NİN GELİŞİMİ
M&A işlemlerinde ESG’nin gelişimi, regülasyon değişiklikleri ve artan paydaş beklentileriyle hız kazanmıştır. Global olarak da düzenleyici kurumlar, daha kapsamlı sürdürülebilirlik raporlamalarını zorunlu kılmaya başlamış; bu durum şirketleri ESG faktörlerine uyum ve hukukî inceleme süreçlerini geliştirmeye zorlamıştır. Aynı zamanda yatırımcılar ve tüketiciler de daha seçici davranmakta, sürdürülebilirlik taahhüdü güçlü olan şirketleri tercih etmektedir.
Bugün ESG’nin M&A süreçlerine entegrasyonu, özellikle bu konuların maddi önem taşıdığı sektörlerde, artık temel bir unsur hâline gelmiştir. ESG performansı yüksek şirketler, yatırımcı çekmekte, iş ortaklıklarını sağlamlaştırmakta ve uzun vadeli büyümelerini sürdürmekte daha avantajlıdır.
Son yıllarda dünyada M&A alanında ESG, işlemlerin merkezine yerleşmiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nde ESG entegrasyonu, piyasa dinamikleri, artan hissedar katılımı ve Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu’nun (Securities and Exchange Commission) düzenleyici girişimleriyle şekillenmiştir; ancak bu düzenlemelerin uygulanması hâlen dava süreçleri nedeniyle askıdadır. İklim değişikliği, çeşitlilik ve sosyal sorumlulukla ilgili uyuşmazlık riskleri, ESG uyumunu şirketi riskten koruma ve şirket değerini sürdürme aracı hâline getirmiştir. Avrupa Birliği’nde yaklaşım büyük ölçüde yasal düzenlemelerle şekillenmiştir. AB Taksonomisi, Sürdürülebilir Finansman Açıklama Tüzüğü, Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlama Direktifi ve Kurumsal Sürdürülebilirlik Durum Tespiti Direktifi, ESG faktörlerini gönüllü raporlamadan bağlayıcı yükümlülüğe dönüştürmüş ve AB’yi küresel ölçekte referans noktası hâline getirmiştir.
Türkiye, gelişmekte olan bir piyasa olarak, özellikle sürdürülebilirlik ve kurumsal yönetişim alanındaki düzenlemeler aracılığıyla ESG ilkelerinin benimsenmesinde önemli adımlar atmıştır. ESG ile ilk temas, büyük ölçüde kurumsal sosyal sorumluluk girişimleri ve bağlayıcılığı olmayan hukuk uygulamalarıyla sınırlıydı. 2021’de Paris Anlaşması’nın onaylanması ise bir dönüm noktası olmuş ve Türkiye’nin küresel iklim hedeflerine bağlılığını pekiştirmiştir. Bunu takiben, Sermaye Piyasası Kurulu “Uy ya da Açıkla” esasına dayalı Sürdürülebilirlik İlkeleri Uyum Çerçevesi’ni yayımlamış; Borsa İstanbul ise Sürdürülebilirlik Rehberi’nin yayımlanmasıyla desteklenen sürdürülebilirlik ve kurumsal yönetişim endekslerini devreye almıştır. 2021’de Yeşil Mutabakat Eylem Planı kabul edilmiş olmakla birlikte, 2023’ten itibaren ivme, Türkiye’nin ilk yeşil tahvil ihracı ve Sermaye Piyasası Kurulu’nun Yeşil ve Sürdürülebilir Borçlanma Araçları Rehberi gibi somut düzenleyici adımlarla daha da artmıştır. 2024’te ISSB modelleriyle uyumlu Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları’nın kabulü, standardize edilmiş raporlamaya geçişte belirleyici bir adım olmuştur. Bu gelişmeler ESG’yi kurumsal değerleme, hukukî inceleme (due diligence) ve birleşme ve devralma uygulamalarının maddi bir bileşeni hâline getirmiş, aynı zamanda Türkiye’nin uluslararası sürdürülebilirlik standartlarıyla uyum taahhüdünü pekiştirmiştir.
2. M&A İŞLEMLERİNDE ESG
ESG ilkelerinin birleşme ve devralmalara entegrasyonu günümüzde küresel ölçekte temel bir faktör hâline gelmiş, şirketlerin stratejik işlemlere yaklaşım biçimini M&A süreçlerinin birçok boyutunda şekillendirmiştir. M&A işlemlerinde ESG kapsamında ele alınan temel başlıklar şunlardır:
A. Çevresel Konular
Her şeyden önce, çevresel hukukî inceleme (environmental due diligence) M&A işlemlerinin kritik unsurlarından biridir. Çevresel etki değerlendirmesi, çevre izinlerine uyum, atık yönetimi, kirlilik ve diğer düzenleyici uyum başlıkları zaten hukukî inceleme kapsamındaydı; ancak şirketlerin çevresel faktörlerle bağlantılı potansiyel risk ve yükümlülükleri tespit etme konusundaki farkındalığı giderek artmaktadır. Buna, kirlilik, doğal kaynakların tükenmesi ve iklim değişikliği gibi konuların daha kapsamlı biçimde incelenmesi de dâhildir. Bu risklerin M&A sürecinin erken aşamalarında belirlenmesi, sağlıklı karar alma açısından gitgide daha elzem hâle gelmektedir.
Bunun yanında, çevresel açıdan sürdürülebilir uygulamaların entegrasyonu artık stratejik bir öncelik olmuştur. Karbon ayak izini azaltma ve sürdürülebilir kaynak yönetimini hayata geçirme konusunda başarılı olan şirketler yalnızca risklerini azaltmakla kalmamakta, aynı zamanda sektörlerinde lider konuma gelerek daha yüksek değerlemeler elde etmektedir.
B. Sosyal Konular
Devralan taraftaki şirketler, hedef şirketin kültürel uyumunu ve işyeri uygulamalarını değerlendirmek zorundadır. Bilanço ötesinde, iş mevzuatına uyum ile iş sağlığı ve güvenliği gibi sosyal faktörler de M&A işlemlerinde esaslı rol oynamaktadır. Hukukî inceleme açısından iş gücü uygulamalarının detaylı incelenmesi her zaman kapsamda yer almış olsa da iş gücü çeşitliliği ve insan hakları artık değerlendirmelerin merkezine yerleşmiştir. Bunun yanında, toplumsal katılım ve paydaşlarla ilişkiler de öne çıkmıştır; zira şirketler, hizmet verdikleri topluluklarla olumlu ilişkiler sürdürmenin önemini daha çok kavramaktadır. Kısacası, istihdam ve iş ilişkilerinde, hukuka uygunluğun ötesinde daha insancıl ve adil bir yaklaşım ağırlık kazanmıştır.
C. Yönetişim Konuları
Son olarak, yönetişim hususları uzun süredir M&A işlemlerinin temel taşlarından biridir; ancak ESG bağlamında önemi daha da artmıştır. Etkin kurumsal yönetişim, (yönetici hakları, hissedar hakları, yönetim kurulu yapısı ve bağımsızlığı dâhil olmak üzere) etik ihlallere karşı bir güvence ve sürdürülebilir büyümenin itici gücü olarak görülmektedir. Şeffaflık ve hesap verebilirlik yalnızca işlem müzakerelerinde değil, birleşme sonrası izleme ve raporlama süreçlerinde de kritik önem taşımaktadır.
3. HUKUKİ YANSIMALAR VE ZORLUKLAR
ESG konularının M&A işlemlerinde giderek daha merkezi bir konuma gelmesiyle birlikte, hukukçular çok boyutlu yansımalar ve zorluklarla karşı karşıya kalmaktadır. Bu hukukî boyutların dikkatle yönetilmesi gerekir; zira ESG hedeflerinin M&A sürecinde hem hukukî uyum hem de riskten korunma ile dengelenmesi esastır. Hukukçular, ESG’ye ilişkin yaptırımlar ve uyuşmazlıklar söz konusu olduğunda müvekkillerine risk azaltma stratejileri ve kriz yönetimi konusunda proaktif danışmanlık sunmakla yükümlüdür.
En önemli zorluklardan biri, ESG’yi çevreleyen hızla gelişen hukukî düzenlemelere ayak uydurabilmektir. ESG’ye ilişkin raporlama ve uyum yükümlülükleri, bölgeler ve sektörler arasında önemli farklılıklar gösterebilmektedir. Bir diğer kritik boyut ise ESG risklerinin yönetilmesidir; bu da kapsamlı bir hukukî incelemeyi gerekli kılar. Hedef şirketlerdeki çevresel, sosyal ve yönetişim risklerini belirlemek ve değerlendirmek amacıyla sözleşmelerin, izinlerin ve uyum geçmişlerinin titizlikle incelenmesi, hukukçuların asli görevlerinden biridir.
M&A sözleşmelerinin hazırlanmasında da ESG entegrasyonu büyük önem taşır. Hukukçular, çevresel tazminatlar, sosyal sorumluluk taahhütleri ve yönetişim değişikliklerini düzenleyen hükümler eklemektedir. Bu hükümlerin açık, tanımlı ve uygulanabilir olması, tarafların menfaatlerinin korunması açısından kritik öneme sahiptir.
Hissedarlar, çalışanlar ve daha geniş toplulukları kapsayan paydaş ilişkileri, ESG taahhütlerinin sürdürülmesi ve işlemin kabul görmesi bakımından, menfaatler arasında hassas bir denge kurulmasını zorunlu kılmaktadır.
4. GELECEKTEKİ EĞİLİMLER VE EN İYİ UYGULAMALAR
ESG odaklı M&A alanında hem hukukçuların hem de şirketlerin gelecekteki eğilimleri öngörmesi ve en iyi uygulamaları benimsemesi büyük önem taşımaktadır.
Dikkat çeken değişimlerden biri, ESG etki değerlendirmelerine yönelik yaklaşımın dönüşümüdür. Artık yalnızca beyanlarla sınırlı kalınmamakta; somut sonuçların ölçülmesi ve şeffaf biçimde raporlanması öne çıkmaktadır. Sürdürülebilirlik hedeflerine bağlılığını ölçülebilir şekilde gösterebilen şirketler, belirgin bir rekabet avantajı elde edecektir. Bunun yanı sıra, tedarik zincirlerindeki aksamalara yönelik farkındalığın artmasıyla, ESG incelemesinin kapsamı da tedarik zincirinin dayanıklılığı ve sürdürülebilirliğini değerlendirmeyi kapsayacaktır. Dolayısıyla şirketlerin, küresel tedarik ağlarındaki potansiyel riskleri proaktif şekilde ele almaları gerekmektedir.
ESG’nin en etkin biçimde entegrasyonu için bu hususların yönetim kurulu düzeyinde sahiplenilmesi kritik öneme sahiptir. Bununla birlikte, veri kalitesi ve şeffaflık da tartışmaya açık olmayan bir gereklilik hâline gelmiştir. Emsal ESG uygulayıcılarının en belirgin özelliklerinden biri, düzenlemelerle zorunlu tutulandan öteye geçerek paydaşlarla etkileşim kurma kararlılığıdır. Şirketler, paydaşlardan aktif şekilde görüş almalı ve onların değerli katkılarını ESG stratejilerine dâhil etmelidir.
5. SONUÇ
ESG ilkelerinin M&A işlemlerine entegrasyonu, tali bir unsur olmaktan çıkıp günümüz iş dünyasında uzun vadeli başarının belirleyicisi hâline gelmiş ve kurumsal stratejilerde köklü bir dönüşümü işaret etmiştir. Düzenleyici değişiklikler ve artan paydaş beklentileriyle şekillenen bu dönüşüm, yalnızca şirketlerin M&A süreçlerine yaklaşım biçimlerini değil, aynı zamanda hukukçuların karşılaştığı zorlukları da etkilemiştir.
Önümüzdeki dönemde, ölçülebilir ESG etki değerlendirmeleri, tedarik zincirlerinin dayanıklılığı ve yönetim kurulu düzeyinde taahhütlerin giderek somutlaşması beklenmektedir. Tüm bu süreçte şeffaflığın korunması ve paydaşlarla etkin iletişimin sürdürülmesi de kritik önem arz etmektedir. Bu dönüşüm, salt kâr odaklı yaklaşımların ötesine geçen, daha sürdürülebilir, sorumlu ve uygun bir geleceğe olan bağlılığın ifadesidir.